19 TEMMUZ 2013 Cuma
19:00 da Blue Star Ferries ile Rodos’tan Simi’ye geçeceğiz. Yolculuk 1 saat 25 dakika ve 8,50 €. Bu arada feribotun ve seçilen koltuğun tipine göre fiyatlar değişiklik gösterebiliyor. Ayrı ayrı feribot sitelerini dolaşmak yerine tek adresten ferries.greeka.com dan biletler satın alınabilir.
Symi’ye vardığımızda bizi Pantheon Aparts‘ın temizliği ile sorumlu Arnavut Leyla karşıladı. Leyla ve eşi oldukça güler yüzlü fakat ingilizceleri temel düzeyde. İyi ki bizi almışlar yoksa akşam karanlığında evi bulmamız imkansızdı. Ev “güzel yol” anlamındaki 500 basamaklı Kali Strada yolunun 178. basamağındaydı 🙂 Tipik bir Simi evi olan binada 5 daire bulunuyor. Biz girişteki asma tavanlı studio’da konakladık. Bu kattan Simi’nin o eşsiz manzarasını görmek mümkün olmasa da ortak kullanım teras’tan seyrine doyum olmuyor. Studio da klima, ocak, buzdolabı, kahve makinası ve en sevdiğimiz süt köpürtücü vardı. Banyo zevklice tasarlanmıştı. Leyla’nın ellerine sağlık her yer tertemizdi.
20 TEMMUZ 2013 Cumartesi
Simi aşık olunacak bir şehir. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel. Tarihine bakıldığında Rodos’un fethi ile beraber uzunca yıllar Osmanlı himayesinde kalmış bir ada. 1923’de İtalyanlara verilmiş, 1948’de ise Yunanlılarla birleşmiş. Dolayısıyla bugünkü halini aslında yakın tarihe borçlu.
Simi evleri Bodrum evleri gibi tek tip evlerden oluşuyor, fakat Bodrum’dan farklı olarak rengarenkler, kapıları da oldukça gösterişli. Dağın yamacında sıralanan evler Simi koyuna tarif edilemez bir güzellik katıyor. Simi aynı zamanda bir çok zenginin de uğrak yeri gibi, akşam yaptığımız yürüyüşlerde marinaya demirlemiş yüzen evler sanki birbiriyle yarışıyor.
Simi’den adanın diğer ucundaki koyu Panormitis‘e olan mesafe yaklaşık 20 km , yani ada oldukça küçük. Yapılabilecek en güzel şey de her gün farklı bir koya gidip keyfini sürmek.
Biz güne merkezde kahvaltı ile başladık. Bu arada adalar küçüldükçe fiyatların arttığını hemen belirteyim. 2 tost ve 2 çayın maliyeti 11 € idi.
Adadan iki noktaya otobüsle gidilebiliyor biri bir sonraki koy olan Pedi, diğeri ise daha önce bahsettiğim adanın diğer ucu Panormitis. Otel rezervasyonlarını yaparken fotoğraflardan çok beğenmiştim Pedi’yi ama otelde yer kalmadığı için tercihimizi değiştirmek zorunda kaldık. 15 dk bir otobüs yolculuğu ile (Simiden her saat başı, Pedi dönüşünde ise her buçukta otobüs kalkıyor, bilet 1,5 €) Pedi’ye vardığımızda fotoğraflarda göründüğü kadar olmadığını düşündüm, belki beklentilerimi yüksek tutmuştum bilemiyorum. Ama hemen dikkatimizi iskelede bekleyen motor çekti, otobüstekilerin çoğu da iskeleye yönlenmişti. Sonradan öğrendik ki buradan kara yoluyla gidilemeyen bazı koylara motorlar kalkıyordu.
Gidiş Dönüş kişi başı 5 € ödeyerek Agios Nikolaos (St Nikolas) koyuna gittik. Ağaçlıklı ve arkası yeşillik olan aynı zamanda Agios Nikolaos Kilisesinin bulunduğu kalabalık olmayan , suyun pırıl pırıl olduğu ufak bir koy. Koyda sadece bir adet restoran var ve ne yazık ki fiyat – kalite oranı oldukça kötü. Yiyemediğim en kötü peynirli omlet sunuldu. Tahminimce daha önce başka yemeklerin kokusunun sindiği bir tavaya yumurta kırılmış, en sonunda da üstüne hoop bir dilim peynir kalıp gibi bırakılmıştı. Tavsiyem yanınızda sandviçinizi kesinlikle getirin…Dönüş için farklı saatlerde motorlar var: 16:00, 17:00, 18:00 gibi
21 TEMMUZ 2013 Pazar
Bugün niyet Simi’yi karayolu ile keşfetmek. 18 €’ya kiraladığımız motorumuzla 18 km uzaklıktaki ilk durağımız Marathounda koyu. Adanın diğer ucundaki koyun çakıl taşı kumsalı, ufak ama oldukça mavi temiz denizi olan plajı, küçük bir restaurantı var. Şaşırtıcı bir şekilde şezlonglar ücretsiz. Suya işkencesiz girmek isteyenlere atlamalık küçük bir de taş iskelesi var.
Marathounda denizin keyfini çıkardıktan sonra Simi’nin görülebilecek tek atraksiyonu olan ve Marathounda’dan 2 km uzaklıktaki büyükçe bir limanla feribotların ikinci durağı Panormitis’e geçtik. Panormitis bana hafiften sayfiye yerindeki askeri kampları hatırlattı. Panormitis’e ziyaretçilerinin en önemli gelme nedeni St Michael Panormitis manastırı. Artık bu kilise manastır gezmelerinden sıkıldığımızdan içeri girmeyip dışarıdan bir hatıra fotoğrafı ile yetinmeyi tercih ediyoruz.
Hava kararmadan Simi’ye dönmek istiyoruz, yollar ışıksız olduğundan motor yolculuğu oldukça güç olabilir. Simi’ye varmadan önce gördüğümüz ve plaj partisi yapıldığını afişlerde gördüğüm TOLİ Bay sapağından içeri giriyor, asfalt başlayan yol hem daralıyor sonra, tali yola sonra ise keçi yoluna dönüşüyor. Sahili göremediğimizden vazgeçip gerisin geriye dönüyoruz.
Simi merkeze dağ ve tepelerden dolana dolana inerken müthiş bir manzara var. Kali Strada 178. basmaktaki evimizin cesaret edemeyip tırmanamadığımız kalan 322. basamağının sonu yine burada. Motordan inip yel değirmeninden bozma olduğunu sandığımı evlerin arasında turluyoruz.
Adanın sağ ve sol tarafından giden iki yol var, biz ana yola çıkmak için sol tarafı kullanmıştık. Merkeze inince motoru vermeden merak ettiğimiz sağ taraftaki yolu takip ettiğimizde karşımıza yürüyerek gidebileceğimiz uzaklıktaki ilk plaj çıkıyor. Küçük çakıl sahilden oluşan öğlen atıştırmasını yapıp tavla atabileceğiniz bir adet kafe – restoran var. Yalnız ürkünç görünen bir şey varki deniz turkuaz rengi başlayıp birden koyu mavi bir renge bürünüyor. Sanırım merakımızı yarın buraya gelerek gidereceğiz.
Yola birkaç km daha devam edince şu çok çırpınıp da varamadığımız TOLİ plajı çıkıyor karşımıza. Ufacık minik çakıl kumlu plajda serinletici bir şeyler içilebilecek bir bar var. Yürünebilir ama yorucuda olabilir, yolun bundan sonrası evleri arasında gidiyor ve iyice daralıyor. Açıkçası daha fazla motorla devam etmeyi göze alamayıp geri döndük.
Bu akşam saat kulesinden sonra Simi’nin en sonundaki denize sıfır Tolos Taverna var planda. Önceden rezervasyon yapılması şiddetle tavsiye edilir. Simi rehberlerini okuyanlar merkezdeki Manos Restaurantın adını çok duyacakladır, ama bence hem yarısını Türklerin doldurduğu hem iç içe masaların olduğu, ayrıca denize sıfır olmayan bu mekânı seçmek yerine Tolos kesinlikle mükemmel bir seçim: Çünkü bize iki kişilik başbaşa bir masayı yoktan var ettiler, yediğimiz her şey leziz ötesiydi; sarımsaklı sosla haşlanmış midyeler, zeytinyağı ve sarımsağa yatırılmış ahtapot salatası, çipura ve roka salatası ve tabi ki ev şarabı. Tek kötü süpriz kabukları ile gelen mini ya da Simi karidesleri oldu; meğer burada kabukları ile yeniyormuş, epey uğraşıp beceremeyince yemekten vazgeçtik. Bu enfes yemeğin fiyatı 2 kişi 50 € idi, üstüne üstlük karidesleri de hesaptan çıkarmışlardı. Bu arada yemeğin üstüne gelen Yunan kahvesi ve Mastika‘da (sakız likörü, bayıldım diyebilirim) cabası.
22 TEMMUZ 2013 Pazartesi
Bugün önümüzde iki seçenek var: Merkezden saat başı kalkan motorlara binerek araçla gidilemeyen koylardan birine gitmek ya da yürüyerek rahatlıkla gidebileceğimiz saat kulesinden hemen sonra ve rengi aniden turkuazdan koyu laciverte dönen Paradise plajına gitmek.
Yürümeyi tercih edip Paradise’a doğru yola koyulduk. İki sıra şezlongların sıralandığı plaj neredeyse doluydu. 2.sıradan bulduğumuz bir yere konuçlanıp (2 şezlong + şemsiye 6 € ) deniz gözlüklerimizi takıp hemen denize. Veee evet denizin bir kaç metre ötesi tam bir uçurum, hani öyle ufak bir geçiş değil dipsiz bir kuyu misali bir derinlik, ben korkarım diyenler turkuaz tarafta da takılabilir burada da boyu geçen yerler var.
Öğle yemeğinde ev yapımı fesleğen soslu spagetti ve tavuk souvlaki var, içeceklerle birlikte 20 €. Üstüne bir de tavla atıp kocayı yine yenmece 🙂
Dönüş yolunda son akşam olması sebebiyle hatıralıkları topluyorum. Olmazsa olmaz magnet (2 €) , Simi fotoğraf galerisinden, koleksiyonum için shot bardağı (1.5 €) ve banyo için orta boy bir sünger. (6 €)