Interrail the second – Yunanistan & Italya

Interrail the second – Yunanistan & Italya

28 Agustos 2003 Perşembe

8:30da Pyton yönünde hareket etmekte olan trene bindik. Hemen bir kompartmanı kapamak icin giristik ama tren öyle kalabalıktı ki İsrailli bir çift ve Avusturyalı bir çocukla kompartmanı paylaşmak zorunda kaldık. 15:30 sularında Pyton’a varmıştık. Hedef Selanikti ve bir yarım günü geçirmeyi planlıyorduk. İlk tren supplement gerektiriyordu. Bizde istasyonda gece onbir trenine kadar oyalanıp Selanik’e sabah varma kararı aldık. Bu karara Avusturyalı arkadaşımız Stefan’da uydu 🙂

29 Agustos 2003 Cuma

Sabahtı ve karnımız acıkmıştı. Selanik’e varmıştık ve ilk işimiz sahil kenarında Türk usulü bir kahvaltı yapmak oldu, şöyle börekli kekli… Bir yandan şehri gezerken bir yandan da Türk konsolosluğunu bulmaya çalışıyorduk. En sonunda Atatürk’ün evini bulduk. Stefan’a olayın mahiyetini anlataraktan gezdik, resimler çektik. Sırtımızdaki çantalar bizi epey yormuştu, ve yapılabilecek en güzel şey tabii ki o koca meydandaki cafelerden birini seçip şu meşhur “Frape”leri tatmak olacaktı…

Öğlen Selanik’ten ayrılıp akşam Atina’ya vardık. Bir hotelle 9 euroya anlaşıp kendimizi taverna bulma heyecanıyla sokaklara attık. Eğlence şimdi başlamıştı… İlk öğrendiğimiz şey -bunu daha sonra bir çok kez pekiştirecektik- Yunanlılarla tamamen aynıydık. Aynı yemekleri yiyor, aynı içkiyi içiyor, aynı müziği dinliyor, aynı şekilde dans edip, aynı sıcaklığı taşıyorduk…

30 Agustos 2003 Cumartesi

Öğlen 12:27 treniyle Patras’a yola koyulduk. Eee Atina’da çok da oyalanmaya gerek yoktu -Yanıldığımızı dönüşte anladık- İtalya bizi bekliyordu… Zorlu bir mücadele sonunda 20:00 Ancona feribotunyla İtalya’ya bir adım daha yaklaşmıştık. Biz ne bilelim bu feribotu da Yunanlıların işlettiğini… Gelsin şampanyalar, şaraplar, beylizler :))) Aaa Martini unuttum Hollandalı çocuğu hani ?

31 Agustos 2003 Pazar

Ancona’ya vardığımızda ssat 15:00 olmuştu, Venedik’e varmamız ise gece onu bulmuştu. Artık beş kişiydik… Ve gerçekten şanslıydık; mutfaklı, banyolu bir evi kiraladık. Çok yorgunduk ama genede biraz şehri gece gözüyle görmek istemiştik, istemez olaydık, kaybolmuştuk…

1 Eylül 2003 Pazartesi

Sıra Venedik’i gündüz gözüyle dolaşmaya gelmişti… San marco meydanı, müzeler, kuleler, köprüler, ve yağmur… Gittiğimiz her yere yağmuru da götürdüğümüzü söylemiş miydim?

2 Eylül 2003 Salı

Yapılabilecek en güzel şeyi yapmış 10,5 euroluk 24 saat geçerli tekne biletiyle Venedik’in görülmemiş tüm yüzünü görme şansını yakalamıştık. Önce Murano’da camcıları, sonra Burano’da dantelcileri dolaştık. Venedik film festivalinin yapıldığı Lido’nun kıyısından geçip, ardından bulduğumuz her tekneyle olası her kanalı gezdik durduk… Taa ki 23:33 Roma trenini yakalama vakti gelinceye kadar…

3 Eylül 2003 Çarşamba

Roma’ya vardığımızda yapılacak ilk iş elimizdeki adresleri değerlendirip kalacak güzel bir yer bulmaktı.Gerçekten de iki bayanın işlettiği kahvaltısı gayet göz doldurucu -özellikle sıcak içecekler – temiz pak banyolu bir odayı tuttuk. Aklanıp paklandıktan sonra hemen kendimizi şehrin büyüsüne bıraktık.Collesium, Foro Romano, Piazza de Venezia, Fontana de Trevi ve 5 euroluk bira, Campo di Fiori, Pantheon, Piazza Navona, Piazza Spagna… Yağmur yüzünden bir pizza restoranında mahsur kaldığımızı, derken elektriklerin kesildiğini, donumuza kadar ıslandığımızı da unutmamak lasım :))

4 Eylül 2003 Perşembe

“Vatican city”i dolaşmak nerdeyse tüm günümüzü aldı, artık Hristiyanlık kokan resimlerden gına gelmişti. Görkemli kliselerden, kıymetli, asırlık nesnelerle dolu müzelerden, taşlardan, kayalardan gerçekten bıkmaya başlamıştık. Hayatımızı renklerdirmenin zamanı gelmişti, ve süslendik, püslendik, sandwiçlerimizi hazırlayıp, beyaz şarabımızı yanımıza alıp kendimizi turist potensiyeli her daim yüksek olan İspanyol merdivenlerine bıraktık… Geceye gitar eşliğinde zamanın popüler şarkılarıyla başlayıp, noktayı yağmuru yediğimiz yoldaki bir barda latin müziği eşliğinde dans ederek ve tabiki içerek koyduk…

5 Eylül 2003 Cuma

Piazza Venezia tepesindeydik yarım gün boyunca -manzara süpeeeer-, sonra birden estiler “hadi gidelim buradan artık” dedik ve ilk trenle Floransa’ya gittik…

6 Eylül 2003 Cumartesi

Tabi Floransa’ya vardığımızda karanlık çoktan çökmüştü ve biz gayet açtık. İlk Mc Donals’a saldırtık napalım. Gününü değerlendiremediğimiz bir gece için hotele para bayılmak istemiyorduk, diğer taraftan etraf pek hoşnut etmemişti bizi. Biraz istasyon biraz Pisa kulesi macerası biras Floransa derken sabahı ettik ve şirin bir abinin kiraladığı odayı tutup uykusuzluğumuzu burada gidersik :)) Hmmm bu arada üçün biri bugün ayrıldı bizden. Hoşçakal Esin! İsviçre maceralarına da yer var burada! Floransa beni gerçekten en etkileyen şehirlerden biri oldu. Açık marketleri dolaşıp, Arno nehri boyunca yürümek, biraz Piazza Duomo’da, biraz köprülerde oturup çevreyi izlemek, Piazza dei Pitti’de sırt üstü yatıp, huzuru , mutluluğu hissetmek, ve ve ve o harika bir Trattoriacıyı keşfetmek… O muhteşem Tortellini ve ravyoliyi -dayanamayıp bir porsiyon daha ısmarladık- , ev yapımı şarapla beraber unutmak mümkün değil…

7 Eylül 2003 Pazar

Şu Pisa kulesini bir de gündüz gözüyle görelim dedik, etraf o kadar kalabalıktı ki. Çoluğunu çocuğunu alan oraya gelmiş sanki. Herkes çimlerin üzerine serilmiş, çıkarmış sandwiçlerini yiyor, ee biz de tabi ki… ama maaalesef bugün Pazar ve tüm mağazalar kapalı, aliış veriş yapamadık yani, halbuki o kadar çok vitrini kesmiştik ki. Napalım biz de gider gene yemek yeriz . Tortellini, ravyoli ve yine ev yapımı beyaz şarap… Ne de olsa uzun yola çıkıcaz, Palermo ‘ya…

8 Eylül 2003 Pazartesi

Nasıl bir uğursuzluk vardı bu Sicilya’da anlamadık. Uygun bir fiyata bir yer bulmak gerçekten imkansızdı, ya da biz öylesine yorulmuştuk ki, biraz salaklık ettik. Hem bu Sicilya kuzeye hiç benzemiyor. Sefil insanlarla dolu, insanı ürküten insanlarla. Bizi kendimize ancak tek bir şey getirebilirdi. Ne mi? Mondello tabiki, yani deniz, güneş, ve kum…

9 Eylül 2003 Salı

Denize öylesine hasret kalmışız ki, ve deniz öylesine güzel ki, Palermoyu görmektense tüm günü Mondello’da öldürmeyi tercih ettik . Aman iyiki de öyle yapmışız… Akşam üstü ayıp olmasın şehride gezdik biraz, ama ne bilelim Sicilya’da ki laneti. Yoksa Napoli laneti mi demeliyim, bilmiyorum… Burası Sicilya buradan çıkış yok! Gece Napoliye varmak için bindiğimiz tren bizi ortada yani tam olarak Messina’da bıraktı. Ne yapacağımızı şaşırmıştık, bir sonraki trene çooook zaman vardı. Biraz istasyonda vakit geçirdikten sonra yaw bu trenler feribotlarla geçiyor biz niye geçmiyoruz diyerekten limana vurduk kendimizi. Ve bir euroluk geçiş ücretiyle, etrafı seyrede seyrede geçtik anakaraya. Şimdi ver elini Napoli…

10 Eylül 2003 Çarşamba

İlk hedefimizdi Napoli, ama kader mi şans mı bilemem İtalya’daki son durağımız oldu. Önce tabiki şehrin içinde kaybolduk. Minyatürcüler, 5 euroluk bikiniler,Galleria, sahil, Castel nuevo, Palazzo Reale…vs vs ve tatlı bir uyku.

11 Eylül 2003 Perşembe

Farklı bir şeyler görmenin zamanı gelmişti. Vezü yanardağının patlaması sonucu yokolan bir şehri, Pompei’yi görmek üzere yola düştük bu sefer. Koskoca bir şehir, anfi tiyatroları, köşkleri, sarayları, keranesiyle 🙂 tam bir şehir… -kerane hakkındaki ayrıntılar ücrete tabidir:P – Unutmadan bu gece Pizza festivali vardı Napolide, biraz gecikti ama İtalya’da yiyebileceğimiz en güzel pizzayı sanırım buırada yedik… Vittorio Emanuel’den gece şehri izlemenin tadıda başka oluyormuş canım…

12 Eylül 2003 Cuma

Şans bu ki bir sonraki trende yer olmadığı için erkenden terk ettik Napoliyi. Bu lanet Napoli kökenli olmalı… Eee erkenden varınca Bari’ye kös kös oturmadık tabii bizde, şehri gezdik biraz makarna ve ıvır-zıvır dükkanını ısrarla 5’ten önce açmayan amcaya inat! sonra atladığımız gibi Superfast’a doğru Patras’a. Bakmayın bitli turist olduğumuza, yine her türlü nimetinden yararlandık Superfast’ın…

13 Eylül 2003 Cumartesi

Patras’a vardık öğlene doğru. İstasyonda bekliyoruz Atina trenini. Etraf ispanyolca konuşan tiplerle kaynıyor, ben de katılıyorum muhabbete. Esra artık bayılmaya başlıyor. Sonra şirin bir Yunanlı çocuk. O da ne o da konuşuyor takır takır… Sonra bakıyoruz ahbap oluyoruz. Bu bizim şarkı o sizin.. derken nerdeyse akraba çıkıyoruz. Hava kararmak üzere ve biz Atina’dayız. Yine ucuz bir yerler peşindeyiz. İstasyonda Vasilis karşılıyor bizi, George’a -o aslında bir türk- devrediyor… Bu gece muhteşem bir gece, George’n peşinde bir hosteldeyiz, sonra barda, sonra barın arkasında, sonra barın üstünde, dans ediyoruz, içiyoruz, dans ediyoruz, muhabbet ediyoruz, tüm gözler üzerimizde, biz bu gecenin yıldızlarıyız… Soğuk duşun üstüne air konditionu yiyen ben salya sümük sabahın dördünde odama çekiliyorum. Esra birazdan gelecek…

14 Eylül 2003 Pazar

Atina’da ne gördünüz deselek bardan başka bişi görmedik desek ayıp olacak. Bizde biraz geç kendimize gelmiş olsakta başladık Akropolis’e tırmanmaya… Sonra civardaki sokaklarda kaybolduk. Tüm dükkanlar turist avlama peşinde, biblolar, nazar boncukları, olimpiyat eşyaları, ouzolar… İnsan kendini İstanbul’dan pek de uzakta hissetmiyor. Bu gece yola çıkacağız güya…Yarım saat vardı trene gitmeye son kahvemizi yudumluyorduk, son ısrar üstüne ısrar, bir gece daha kalın, biraz bakışıp biraz düşündükten sonra neden olmasın dedik. İyi mi ettik bilemiyorum…

15 Eylül 2003 Pazartesi

Biraz apar topar oldu ama öğlen bulduğumuz ilk trene atladığımız gibi İstanbul yolunu tuttuk. Neyseki tren direkt trenmiş. Hiç duraksız Pytion vardık. Ama tarih 16 Eylül’ü saatse 06:00 sularını göstermekteydi…

16 Eylül 2003 Salı

Daha sonra gece ağırlamak üzere davet edeceğim ispanyollarla muhabbet ederken ben, baymış olan Esra vatanın bağrından kopmuş bizim gibi sürünmekte olan 4 Türk genciyle meşkeyledi pytionda treni bekleşirken… İlk bulduğumuz kompartmana daldığımızda artık 6 kişiydik. Türk kafilesi olarak sohbet ede ede gözünü sevdiminin İstanbul’una vardık…

Üç Silahşörler: Esin, Esra & Ben

Tarih: 28 Ağustos – 16 Eylül 2003

Hakkında esrasakin

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Scroll To Top